Bektaşî Şairleri ve Nefesleri/Abdal Musa
Bektaşîlerin büyük bir hürmet ve muhabbetini celbetmiş olan Abdal Musa «Şakayık tercümesi» - sahife: 33 ve «Evliya Çelebi» - cilt: 2, sahife: 46 - gibi membalara göre, «Yesevî» fukarasındandır. Gerek «Âşık Paşazade» tarihinde ve gerek «Şekayık tercümesi»'nde bu zatın Bektaşî olduğuna dair hiçbir kayıt yoktur. Maamafih, onun Anadolu din hayatında çok mühim tesirler bırakan abdallardan olduğuna şüphe edilemez.
Kendisinin meşhur Bektaşî azizlerinden olarak kabul edilmesi ve «Elmalı» da namına izafetle büyük bir Bektaşî tekkesi vücuda getirilmesi; bunun bir neticesi olsa gerektir. «Kaygusuz Abdal»'ın şeyhi olmakla da şöhret kazanan bu zatın bugün elimizde bir «Nasihatname»'si ile üç, dört parça manzumesi vardır; fakat, bu ufak eserle, aşağıda yazdığımız şiirlerin ona ait olduğu kat'î olarak kestirilemez; hususiyle «Balım Sultan»'dan bahseden bir nefesin başka bir şair tarafından söylendiği muhakkaktır. Esasen bütün bu şiirlere muahhar devirlerde vücude getirilmiş mecmualarda tesadüf olunmaktadır. Abdal Musa hakkında kaleme alınan bir «Menakıbname» de tarafımdan neşredilmiştir (Türk Şairleri I, 164 - 171).
Kim ne bilür bizi nice soydanız
Ne zerrece oddan ne hod sudanız
Bize meftûn olan marifet söyler
Biz Horasan elleründe baydanuz
Bizüm zahmumuza merhem bulunmaz
Biz kudret okunda gizlü yaydanız
Yedi derya bizüm keşkülümüzde
Hacım umman ise biz de [1] göldenüz
Hızır İlyas bizüm haldaşumuzdur
Ne zerrece Günden ne hot Aydanuz
Yedi tamu bize nevbahar oldu
Sekiz uçmak içindeki köydenüz
Mûsa gibi «Lenterani» denürüz
Aslumuzu sorar isen Hoy’danız
Abdal Mûsa oldum geldüm cihana
Ârifler anlar bizi ne boydanız
Ben hocamdan aldum böyle dersümü
Okur idüm elif’ten ba’ya deyu
Kimse bilmez şu dünyada sırrumu
Ta ezelden çağururum Hû deyu
Kimin azatlayup kimin fakirdur
Kimin döğüp söğüp kimin okudur[2]
Dediler bu meydan kimin hakkıdur
Kim dedi ki şu murdarı yu deyu
Evvel ekşi narken, üzüm çoğ iken
Davut sofradayken, biçak yoğ iken
İsmaile inen kurban, sağ iken
Kime dedi şu lokmayı soy deyu
Fatma ana can Alinin gülünü
Miraçtan inerken öpmüş elinü
Hak, Yezide kokturmadı gülünü
Muhammedin yadigârı bu deyu
«Abdal Musam» anda bir tolu içtüm,
İçtüm ol toluyu kendümden geçtüm
Işkun ateşine yandum tutuştum
.............................. ........................[3]
Muhammed Ali’nin kıldığı da’vâ
Yok meydanı değil var meydanıdır
Muhammed kırklara niyâz eyledi
Ar meydanı değil er meydanıdır
Kırklar özün bir araya kodılar
Anlar cenâzesin susuz yudular
Deveyi gördün mü gördüm dediler
Ört elin eteğin sır meydanıdır
Vardığın yerlerde ara bulasın
Gezdiğin yerlerde makbûl olasın
Sakla sırrını kim settâr olasın
Çek çevir kendini kâr meydanıdır
Ne diyeyim şu erkânı kurana
Yuf çekerler bu meydanda yalana
Üçyüz altmış merdiveni bilene
Kör meydanı değil gör meydanıdır
Abdal Mûsa Sultan gerçek er ise
Ali’yi sevenler muhib yâr ise
Hak’kın maksûduna erem der ise
Urganı boynunda dar meydanıdır
Gözlerin kör olsun ey kanlu Yezid
Bu meydanda ne var Ali’den gayri
On iki imâm’ın kapısın açan
İmamlar değildir Ali’den gayrı
Güvercin donuyla Urûma uçan
İmamlar evinün kapusun açan
Cümle evliyalar üstünden geçen
Var mıdır hiçbir er Ali’den gayrı
Sofî Abdal erkânını yürüden
Aynıcemde sevdüklerün sürüden
Nişter - Selman kırk vücudü bireden
Var mıdır hiçbir el Ali’den gayrı
Muhammed Miracın yoluna girdi
Bu sır gayet sır içinde sır idi
Şir donunun Hatem mührünü verdi.
Bu sırrı kim eder Ali’den gayri
Cümle evliyalar, imamlar bunda
İkrar alan kimse düşer mi derde
Yeknefesle durma meydan-ı erde
Kimdür baba rehber Ali’den gayri
Her kimin çırağın yaksa Hak yakar
Rızâya baş koyub teslimin takar
Aslımız on iki imama çıkar
Babamız her kim var Ali’den gayrı
Selman bir deste gül şâha uzattı
Kendi tabutuna kendüzi yattı
Cemi-i mushafdan nikabın attı
Kurân yok gördüler Ali’den gayrı
Erenler erkânı gerçek bellidir
Abdal Mûsa fakir anın kuludur
İmamlar sırrıyla gönlü doludur
Var mıdır hiç bir er Ali’den gayrı